Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2016 Çarşamba

Bebeği olmayan çiftlere yeni umut

Bebeği olmayan çiftlere yeni umut

Japon bilim adamları, farenin kuyruğundaki kök hücrelerden laboratuvar ortamında yavru fareler elde etti. Buluş, tüp bebek tedavisinin geleceği açısından önem taşıyor. Japonya'daki Kyuşu Üniversitesi araştırmacıları tüp bebek uygulamaları ve genetik hastalıkların geleceği açısından umut vaat eden bir araştırmaya imza attı. Dünyaca ünlü bilim dergisi Nature'da yayımlanan araştırmada, yetişkin bir farenin kuyruğundan alınan deri hücrelerinden önce olgunlaşmamış kök hücre elde edildi.Daha sonra bu kök hücreleri yumurtaya dönüştüren bilim insanları, suni yumurtaları dölledi ve dişi farelerin rahmine yerleştirdi. Araştırmacılar, yumurtalardan doğan bebek farelerin, son derece sağlıklı olduğu ve üreyebildiği açıkladı. Üniversitesitenin Gelişimsel Kök Hücre Biyolojisi Bölümü'nden Prof. Dr. Katsuhiko Hayashi, "Çalışmalarımızı yapay yumurtaların kalitesi üzerinde yoğunlaştıracağız. Bu kalite kontrolü, yöntemin gelecekte insanlar üzerinde uygulanmasına katkıda bulunacak" dedi. Yöntemin, gelecek yıllarda bebek sahibi olamayan çiftler ve genetik hastalıkların tedavisi için yeni bir umut kaynağı olacağı da belirtildi.

Kaynak: www.firmasepeti.com

17 Ekim 2016 Pazartesi

OYUN TERAPİSİNİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

OYUN TERAPİSİNİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

   Oyun terapisine göre oyun, çocuğun kendini ifade etmesinde doğal bir araçtır. Kendini ifade etme konusunda çocuğa fırsat verilirse aynı yetişkinlerin terapi esnasında problemlerini konuşarak dışa vurması gibi çocuk da hissettiği duyguları ve sorunlarını oyun aracılığıyla ifade eder. Oyun terapisi, problemli çocukların bilinçdışı korkularını,  isteklerini öğrenmek ve davranış bozukluklarını giderebilmek için başvurulan tekniklerden biri olan oyun terapisi tekniği, alanda gerekli eğitimleri tamamlayan uzman profesyoneller tarafından uygulanabilir.

            Oyun terapisinde çocuk, oyun oynayabileceği bir odaya konulur. Bu oda içerisinde bir evde bulunabilecek her türlü eşya, oyuncak formunda yer almaktadır. Çocuktan bazen verilen bir plana göre bazen de özgürce oynaması istenir. Oynama süresince bir gözlemci çocuğu izler. Çocuk bu ortamda, dışa yansıtmadığı ya da bilinçdışı kaynaklı kızgınlıklarını, korkularını, üzüntülerini, beklentilerini oyuncaklar üzerinden anlatmakta ve yaşamaktadır. Oyun sürecinde gözlemci gerek oldukça çocuğa sorular sormakta, davranışları hakkında yorum yapmakta ve aydınlatıcı bilgiler vermektedir.

OYUN TERAPİSİNDEN YARAR SAĞLAYAN VAKALAR
• Evlat edinilmiş ya da koruyucu aileye verilmiş çocuklar,
• Sevilen bir yakının ölümü ya da hastalığı karşısında sıkıntı yaşayan çocuklar,
• Bir sebeple hastaneye yatırılmış çocuklar,
• Aile içi şiddet yaşayan çocuklar,
• Dikkat Eksikliği Bozukluğu tanısı almış çocuklar,
• Çok fazla kaza ya da hastalık geçirmiş çocuklar,
• Ailede yaşanan çatışma, boşanma veya ayrılıkla ilgili sorun yaşayan çocuklar,
• Duygusal, fiziksel ya da cinsel tacize uğramış çocuklar.

ÇOCUKLARDA OYUN TERAPİSİNE UYGUN PROBLEMLER
• Ayrılık anksiyetesi,
• Aşırı utangaçlık,
• Aşırı üzüntü, kızgınlık, çekingenlik ya da endişe,
• Kendini ya da başkalarını yaralama gibi saldırganca davranışlar,
• Düşük benlik saygısı,
• Öğrenme veya diğer okul problemleri,
• Takıntılı cinsel davranış,
• Ailede yaşanan değişikliklere alışma problemleri,
• Tıbbi bir sebeple bağlantılı olmayan baş ağrıları gibi fiziksel semptomlar.

OYUN TERAPİSİNİN ÇOCUĞA YARARLARI
• Çocuğun kendine güven duygusunu geliştirir,
• Duygularını ifade etmesini kolaylaştırır,
• Duygusal yeterliliğini arttırır,
• Hayatındaki travmatik olayların yarattığı kaygıyı azaltır,
• İnsanlar arası ilişkilerde sağlıklı bağlar yaratır ya da varolan bağları arttırır,
• Yerinde ve uygun davranmanın değerini artırır.


kaynak: http://www.makbuleuzuncinar.com

24 Eylül 2016 Cumartesi

Neden Firma rehberi

Neden Firma rehberi

Artık internet kullanıcıların büyük bir çoğunluğu ya direk olarak, internet üzerinden alış veriş yapıyor veya önce firmayı web sitelerinden arıyor buluyor, en uygun ve cazip olanı tespit ediyor, sonra gidip istediği ürünü alıyor. Artık Çarşı- Pazar dolaşıp zaman harcamak ve ulaşım külfetinden kurtulmak için, internet web sitelerini veya Google, Yahoo gibi internet üzerinden arama motorları kaynaklarını kullanıyorlar. Kısacası, oturduğu yerden, internete firma rehberlerine kayıtlı firmalara anında direk ulaşıp, aradıklarını rahatca buluyorlar. Firmaların, şirketlerin ve ticari işletmelerin bir web sitesi altında katagorilendirilerek yayınlanmasına firma rehberi denir.
 Firma rehberleri, ürün ya da hizmet sunanlar ile müşteri ya da tüketicilerin daha kolay ve hızlı bir şekilde buluşmasını sağlıyor. Firma rehberleri ne işe yarar sorusuna gelirsek; Kullanıcılar için: Şehirlerinde, semtlerinde ve yakın çevrelerinde yiyecek, giyim, elektrik, hırdavat vb dükkan aramalarında kayıtlı olan firmalara rahatlıkla ulaşılabilir. İnsanların artık cadde cadde, dükkan dükkan, bütün sokak dolaşarak fiyat almaları, bunların kalite kıyaslaması yapmanın devri kapanalı çok oluyor. Ama herhangi bir arama motoruna aradığımız ürünü yazma devri de geçmek üzere. Günümüzde artık firma rehberleri ismini verdiğimiz internet siteleri var ve bu siteler arama motorunda ürün ya da hizmet aramaktan çok daha pratik bir fayda sağlıyorlar. Firma rehberi internet sitelerinde Google bazlı anahtar kelime veya hedef kelime çalışmaları ile hem firmanın ismini hem de semt ve sektör olarak çıkma şansları vardır. Firma rehberleri, anahtar kelime çalışmalarında firma ismi ve sektör semt olarak çalışmalar yapmaktadır.  
Firma rehberleri, ürün ya da hizmetlerini sunan firmaların iletişim bilgilerini içerdiğinden dolayı karşımızda görebileceğimiz istemediğimiz arama sonuçlarından bizi arındırmış oluyor. Önceden sadece firmanın telefonu, adresi ve web site adresini bulunduran firma rehberler de artık kendilerini her geçen gün geliştiriyorlar. Artık pek çoğunda demin saymış olduğumuz özelliklerin dışında, farklı bir linke tıklamadan ürün fotoğraflarını görebilme, bu ürünler hakkında yorum yapma ya da bilgi talep etme gibi birçok imkânı da bulundurmaktadır. Bu nedenle firma rehberi, hem üreticilerin hem de tüketicilerin işini kolaylaştıran ve çabuklaştıran bir hizmeti de kullanıcılara sunmuş olmaktadırlar. Firma rehberlerinde üreticiler firmalarını ve kendilerini tanıtma ve duyurma imkânı bulurken, tüketiciler de kendilerine bütçe ve kalite olarak en uygun firmayı veya üreticiyi kolaylıkla bulmasını, kalite ve fiyat kıyaslaması yapma gibi faydalar sağlamış oluyorlar. Firma rehberlerinin temel amaçlarından birisi de, iş arayan herhangi bir kişi, kendisine uygun ve yakınındaki firmaların bütün firma ve iletişim bilgilerine bu firma rehberi adresinden ulaşıp e-mail vasıtasıyla ilgili firmaya iş başvurusunda bulunabilir.

 Firma firma gezmeden, bir anda birden çok firmayı ziyaret edebilmenin tek yolu, internet üzerinden firma ürünlerine ulaşmakla mümkün oluyor. Ayrıca firma rehberine kayıt olmak firmanız için çok iyi bir prestij sağlar, diğer firmalar üzerinde kaliteli bir firma olduğunuz imajını bırakır. Sanal ortamda açmış olduğunuz bir sergi salonu veya şube olarak çalışır. İstediğini değişiklikleri vakti geçmeden değiştirebilme imkanı sunar. Firmanızla veya firmanıza ait bir ürününüzle ilgili bilgi almak isteyenlere, sitenizin web adresini söylediğinizde firmanızın ve müşteriniz için zamandan kazanmanızı sağlar. Firma rehberi diğer reklam yöntemlerine bakıldığında en geniş ve gelir seviyesi yüksek kitleye hitap edebileceğiniz tek reklam aracıdır.

22 Eylül 2016 Perşembe

DANIŞANLARDAN ÖNCE KENDİ TERAPİMİZ!

DANIŞANLARDAN ÖNCE KENDİ TERAPİMİZ!

Bir ruh sağlığı uzmanı olarak psikolojik destek alacak kişilere yani danışanlara maksimum faydayı sağlayabilmek, mesleki bir görev ve toplumsal bir sorumluluktur. Psikologlar olarak mesleğimiz tabanında bakıldığında, günümüz modern dünyasında psikoloğa gitme konusuna olan yaklaşımın da yumuşamasıyla birlikte insanların psikolojik destek alma oranı artmış ve giderek de artmaktadır. Dolayısıyla biz uzmanlara pek çok görev düşmektedir. Yaşadığımız şehir bazında baktığımızda, nüfusu ve kültürel çeşitliliği dolayısıyla İstanbul terapi merkezidir adeta. Baktığımızda, psikoterapi alan/alabilecek olan pek çok kişi bulunur psikoloji merkezi İstanbul’da. Burada geniş bir kitleye sağlık hizmeti veren profesyoneller olarak, aldığımız eğitimin yanı sıra kendimizi bütün handikaplarımız ve avantajlarımızla tanıyor olmamız oldukça önemlidir. Bu amaçla biz psikologlar danışanlarımıza berrak bir terapi yapabilmek için bir meslektaşımız yardımıyla, psikolog ücretini ödeyerek, danışan koltuğuna oturma sancısını çekerek, farkındalık ve değişme sürecini bizzat deneyimleyerek kendi terapimizi tamamlamış olmalıyız. Mesleği icra ederken, karşımızda oturan danışanın neler hissettiğini tam olarak anlayabilmek için buna ihtiyacımız var. Daha da ötesi, bizler de birer insan olduğumuza göre kişiliğimizin var olan çıkmazlarını bilmek, danışanın terapide girdiği çıkmazlara girmemek için bu şart. Aksi takdirde terapide danışan kendi problemiyle boğuşurken biz kendi problemimizde boğuluruz. Sonuçta da danışana faydalı olamayız.
   Peki, kendi terapimizi yaptırmak neden bu kadar önemli? Her insanın ve tabi ki her terapistin kendine has bir hayat algısı, hayata bakış öncelikleri ve kendine özgü bir referans sistemi vardır. Dolayısıyla terapistin danışana bakışı, danışanın hayat hikâyesine yaklaşımı kendi hayatı ve kişilik örgütlenmesinden gelmektedir/etkilenmektedir. Eğer terapist olaylara at gözlüğü ile bakıyorsa terapistin, perspektifine yeni seçenekler eklemesi gerekir. Bu sayede vizyonu gelişir ve insanları anlama kapasitesi genişler. Basit bir örnek verecek olursak erkek ve kızların arkadaşlığını doğru bulmayan bir terapist, böyle arkadaşlıkları olan bir danışana ön yargı ile bakacak, bu da terapiyi olumsuz etkileyecektir. Ayrıca terapistin halletmediği bir problemi varsa bu problemlerinin de mutlaka terapi ortamında çalışılmış ve çözülmüş olması gerekir. Örneğin terapist çocukken uğradığı tacizin sıkıntılarını hala yaşıyorsa, tacize uğramış bir insanın sıkıntılarına çare olmaya çalıştığında danışanın döngüsüne girebilir, empati yerine sempati kurabilir ve bu da danışana fayda sağlamadığı gibi zarar verir.  
   Sonuçta danışanlara hakkıyla psikoterapi yapabilmek için terapistler olarak bizlerin kendi terapi süreçlerimizi tamamlamış olmamız elzemdir ve mesleki olarak her zaman bir adım önde olmamızı sağlayacaktır. Danışanlarının derdine çare bulmakta başarılı bir psikolog olma yolu biraz da buradan geçmekte.

21 Eylül 2016 Çarşamba

Psikoloji Nedir?

Psikoloji Nedir?

Psikoloji Nedir?
Psikoloji için kabaca insan ve hayvan davranışlarının bilimidir, denilebilir. Geniş anlamıyla bakıldığında bireylerin duygu, düşünce, davranış, motivasyon süreçleri ile bunların altındaki nedenlerive bireylerin birbirleriyle etkileşimlerini inceleyen bir bilim dalıdır. İnsana dair her alanda çalışma ve gözlem yapma imkânı olan psikoloji bilimi, kendi içerisinde pek çok alt alana sahiptir: klinik psikoloji,sosyal psikoloji, gelişim psikolojisi, endüstri psikolojisi, spor psikolojisi, trafik psikolojisigibi.

Psikolog Kimdir? 
Psikologlar, üniversitelerin Fen-Edebiyat Fakültesi-Psikoloji bölümlerinden 4 yıllık lisans eğitimini tamamlamış kişilerdir. Dilerlerse lisans eğitimi sonrasında psikolojinin alt alanlarında uzmanlık eğitimi alıp kendilerini belli bir alanda geliştirebilirler. Ayrıca terapi eğitimlerine (bilişsel davranışçı terapi, çift terapisi, oyun terapisi, cinsel terapi) katılarak psikoterapi (kısaca, problemin sistemli konuşma ve bir takım uygulamalarla çözümü)yapmak için yetki sahibi de olabilirler.

Psikiyatrist Kimdir?
Psikiyatristler, tıp fakültelerinden mezun olup Psikiyatri uzmanlığını almış tıp doktorlarıdır. Psikiyatristler tıp doktoru oldukları için hastalarınatanı koyarak tedavi düzenleyebilirler. Hastaya gerektiğinde ilaç tedavisi planlayabilirler. Ayrıca psikiyatristler de tıp eğitimlerine ek olarak psikoterapi eğitimi aldıkları taktirdepsikoterapiyapabilirler.

“Psikoloğa mı Gitmeliyim, Psikiyatriste mi?”
“Terapi mi Almalıyım, İlaç mı?”
            Bu sorular, insanlar psikolojik bir rahatsızlık yaşadıklarında akıllarına gelen ilk sorulardandır. Burada öncelikle kişilerin kendi isteklerine göre ilaç ya da terapi seçimi yapmak istediklerini görürüz. Fakat bu, kişinin isteğine göre verilecek birkarar değildir. Bakıldığında genel olarak psikolojik problemler ilaç kullanımına gerek olmaksızın psikoterapiyle çözülebilecek sıkıntılardır.Terapinin ne kadar uzun süreceğialtta yatan sorunun sebepleri, başlangıcı, derinliği, şiddeti gibi faktörlere göre değişir. Bazı rahatsızlıklarise biyolojik kökenlidir ve ilaç tedavisinin kesinlikle yapılması gerekir.Bazı rahatsızlıklarda da kişi ilaç tedavisi istemiyor bile olsa,terapi alabilmesi için önce rahatsızlığının şiddetinin azalması ve belli bir oranda sakinleşebilmesi amacıyla ilaç kullanımı gerekebilir. Burada ilaçlar semptomların bastırılması ve ruhsal düzenin sakinliğini sağlar.Çoğu psikolojik rahatsızlıkta ise ilaç tedavisi ile değil,kişinin kendi çabasıyla üstesinden gelmesi gerekenşeyler söz konusudur. Çünkü kişi terapi sayesinde sorunuyla yüzleşmekte ve çabası oranında sıkıntılarından peyderpey kurtulabilmektedir. Ayrıca zaten kişi psikolojik problemleriyle baş etmeyi öğrenmedikçe benzer problemlerin hayatta karşısına tekrar çıkması olası olacaktır. Yani sorunlar tam anlamıyla ortadan kalkmayacaktır. Terapi,nispeten daha uzun sürse de kişi sonuçta kalıcı bir şekilde iyileşmektedir.

Hangi Durumlarda Psikolojik Destek Almalıyım?
            Eskiden temkinli yaklaşılan bu konuya, modern yaşamla birlikte dünyada ve ülkemizde artık bilinçli bir yaklaşım söz konusudur. İnsanların psikolojik destek alma konusundaki bilinçlenmesi arttıkça ruh sağlığı uzmanlarına başvurular da artmıştır. Bakıldığında terapi için tıbbi bölümlerden yönlendirilenlerin yanında kendisi başvuranlar da bulunmaktadır. Bazen kişi sorununun bilincinde bir şekilde terapiye gelmekte bazen ise aile ve arkadaşlarının farkına vardırmasıyla…Terapi almak istemede sıkça rastlanan sebepler şunlardır; çekingenlik, aldatılma, öfke patlamaları, stres, korku, kararsızlık, eşlerin çatışması, ölüm düşünceleri, panik atak, suçluluk duygusu, önüne geçilemeyen takıntılar, kapalı alan korkusu, hayattan zevk alamama, boşanma, çocuklarla ilgili problemler, hayır diyememe, mükemmeliyetçilik, menopoz dönemi sıkıntıları, uykusuzluk, cinsel sorunlar(erken boşalma, vajinismus, cinsel isteksizlik) vb.
            Pratikte gördüğümüze göre, yukarıda sayılanlar şeklinde sıkıntıları yaşasa bile çoğu kişi destek almayı ihmal edebiliyor.  Bu, sonuçta yaşanan problemlerin şiddetinin artmasına ve çeşitlenmesine sebep oluyor. Bu da, kişinin daha kısa sürede kurtulacağı sıkıntıların katlanmasına sebebiyet veriyor. Günlük işlevselliğini (ev, iş ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerini, günlük rutinini) olumsuz etkileyerek verimini düşürüyor. Kişiler bu şekilde destek almaya gelebiliyorlar. Bunun yanında terapi için kişilerin ruhsal bir sıkıntısı olması da gerekli değildir. Bir problem yaşamasa da kişiler kendilerini tanımak, evlenmeden ve çocuk sahibi olmadan önce danışmak için terapi alabilirler.
            Unutmayın, eğer kendinizi kötü hissediyorsanız ya da kendinizi daha yakından tanımak istiyorsanız psikoterapi alabilirsiniz.


DEPRESYONU İYİLEŞTİREN İLAÇLAR KAYGIYI ARTTIRIYOR MU?

DEPRESYONU İYİLEŞTİREN İLAÇLAR KAYGIYI ARTTIRIYOR MU?

Depresyonu iyileştiren serotonin hormonunu (mutluluk hormonu) artıran Prozac gibi ilaçların, beyinde endişeyi artırıcı yan etkileri olduğu iddia edildi. The Journal Nature dergisinde yayımlanan yeni araştırmaya göre; bu hormon olumlu etkilerinin yanı sıra, kişiyi daha kaygılı hale getirebiliyor.
Serotoninin beyindeki düzeyini artırmak amaçlı oluşturulmuş ve anksiyete için reçeteli bir tedavi yöntemi olan Prozac gibi ilaçların daha önce bilinmeyen bazı yan etkilerinin bulunduğunu iddia eden bilim insanları, ilaçları kullanan kişilerin bazı durumlarda ilacı kullanmadan önceki duruma göre daha endişeli hatta intihara eğilimli hale geldiklerini bildirdi.
İndependent gazetesinde bulunan haberde; Amerikalı araştırmacıların, fareler üzerinde serotonin hormonunu üreten nöronları aktive etmek suretiyle gerçekleştirdikleri deneyde bu nöronların fareleri tedirgin ettiğini bulguladı.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Haber detaylarını bu alana giriniz.
 "Kendine âşık olanlara aldırmayıp, aşklarını karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında kara sevda ile içine kapanarak günden güne eriyerek ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda 'eko' dediğimiz yankılara dönüşür. Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos'u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir.Yerinden kalkamaz. Artık kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne su içebilir ne de yemek yiyebilir. Aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür." 
    Narsisizmin adını aldığı hikayedir, bu. Narsisizm kabaca büyüklenme, beğenilme gereksinimi ve empati kuramama ile seyreden bir örüntü olarak tariflenebilir. Başlangıcı ergenlik dönemine kadar uzanan bu örüntü kalıcı ve uzun sürelidir. Bu kişilik bozukluğunda birbirinden ayrılan üç alt tür bulunur: Büyüklenmeci Narsisizm, Gizli Narsisizm, Aşağılayıcı Narsisizm.
    "45 yaşında bir iş adamı olan Bay A, çalıştığı şirketin iflas etmesiyle işsiz kalmıştı. İş bulma konusunda yaşadığı anksiyete ve depresyon ile terapiye başvurmuştu. Dışardan bakıldığında uzun boylu, atletik yapılı, oldukça bakımlı ve gümüş gibi parlayan bir auraya sahip yakışıklı bir erkekti. Terapistiyle güçlü bir şekilde tokalaşması ve seansa geldiğinde odadaki eşyaları izinsizce kullanması en belirgin özelliklerindi. Çocukluğu ile ilgili konuşulduğunda bir biblo gibi büyütüldüğünden ve her istediğinin yapıldığından bahsetmişti..."
    Hikayede söz konusu olan Bay A, Büyüklenmeci Narsisizmin bazı özelliklerini görebileceğimiz bir kişidir. Böyle bir kişinin terapi almak için gelmesi her zaman mümkün olmaz. Sınırsız güzellik, başarı, güç,zeka ya da sevgi için uğraşan ve kendini oldukça fazla beğenen bir birey için ancak ve ancak işini, eşini veya gücünü kaybetmesi sonucu yaşadığı kırılmışlığı onarmak terapiye getirecek bir sebep olabilir. Narsisizmin bu türünde kişi, özel olduğunu düşünür ve ancak özel ve üstün kişilerce anlaşılabileceğine inanır. Hak ettiği duygusu içerisinde olduğu için başka birinin mekanında rahatlıkla kendine ait bir mekandaymış gibi davranabilir, başkalarını kendi çıkarları için kullanabilir ve sömürebilir. Duygusal bir empati yapamaz, yalnızca insanları kullanabilmek için kognitif empati denen karşısındakini manipüle edebilme amaçlı bir empati yapar. Ayrıca Büyüklenmeci Narsisizmde sıklıkla tarihteki büyük insanlar (Mustafa Kemal Atatürk, Gandhi, Churchill vb.) gibi ülkeyi kurtarma hayalleri olduğu da görülür. Burada şunu belirtmemiz gerekir ki, her sosyo ekonomik seviyede görülebilecek bir kişilik bozukluğudur: iş adamı, memur, kapıcı vb. işini yapmadığında insanların yaşayacağı acziyeti düşünerek özel ve önemli hissediyor olabilir.
    "50 yaşında, evli ve 3 çocuk annesi olan Bayan B terapiye ilk başvurduğunda kırılgan, kaygılı ve yıpranmış görünüyordu. Eşi, çocukları ve arkadaşlarının onun çalışkanlığını ve vericiliğini anlamadığını düşünüyor ve sık sık öfke nöbetleri geçiriyordu. Açıkça beklediği takdirin gelmemesi karşısında yetersizlik hisleriyle kavruluyor ve sürekli kendini eleştiriyordu. Fakat bu durumun düzeltilebileceğine inanıyordu. Çocukluğuyla ilgili konuşulduğunda, yanlış yaptığı her şeyde anne babasının onu eleştirdiğinden ve bu durumda çok kırılmış hissettiğinden bahsetmişti..."
    Hikayede bahsedilen Bayan B, Gizli Narsisizmin belirli özelliklerini görebileceğimiz niteliktedir. Gizli Narsisizmde kişi, kendisinin diğer insanlar tarafından nasıl göründüğü ile fazlaca ilgilenir. Bunu güçlü, özel ve istikrarlı hissetme bağlamında yapar. Bayan B'nin başarılarının görülmemesi ve onaylanmaması karşısında duyduğu utanç, öfke ve aşağılanmışlık hissi, eleştiri ve başarısızlığa oldukça hassas olduğunu gösteriyor. Derin yetersizlik hisleriyle kendini eleştirse de, aslında bu durumu düzeltmenin bir yolu olduğunu ancak kendisinin bunu yapamadığını düşünmesi ise büyüklenmeci yanını gösteriyor. Büyüklenmeci Narsisizmdeki kendini özel algılaması ve hak ettiği duygusu, Gizli Narsisizmde de söz konusudur. Ancak Büyüklenmeci Narsisizmden farkı, duygusal yatırımını görkemli benliğine değil herşeye kadir diğerlerine (eş, çocuklar, arkadaşlar vb.) yapmasıdır.
    "32 yaşında bir memur olan Bay C, eşinin isteğiyle terapiye gelmeyi kabul etmişti. İlk sözü 'Odayı çok kötü dizayn etmişsiniz. Perdeleriniz iğrenç renkte.' olmuştu. Ayrıca oturduğu koltuğun terlettiğini söyleyip sık sık memnuniyetsiz bakışlar atmıştı terapistine. Bakışları genelde de memnuniyetsiz, üstün, özel, biricik ve aşağılayıcıydı. Çocukluğuyla ilgili konuşulduğunda, anne babasının ona sık sık şiddet uyguladığından bahsetmişti..."
    Hikayedeki Bay C, bize Aşağılayıcı Narsisizm hakkında fikir veriyor. Aşağılayıcı Narsisizmde kişi, içinde tolere edemediği değersizlik hislerini diğer insanlara atıyor, yansıtıyor ve insanlara saldırıyor. Bu anlamda bakıldığında, dürtü kontrolünde ciddi güçlükler olduğu da söylenebilir. Sonuçta dünya kötü, basit ve değersizleşmiş olurken kendi üstünlüğü ise korunmuş oluyor. Kendini ancak bu şekilde özel ve üstün hissedebiliyor. Bakıldığında Aşağılayıcı Narsisizm, Büyüklenmeci Narsisizm ve Gizli Narsisizme göre daha seyrek karşılaşılan bir kişilik bozukluğudur. Bunlar işlevselliği düşük narsisistlerdir. Terapileri de oldukça zordur. Çünkü paranoyaları terapistle iş birliği yapmalarını zorlaştırır.

19 Eylül 2016 Pazartesi

Kanser Aşısını Bulundu

Kanser Aşısını Bulundu

Kübalı bilim adamları ve tıp doktorları, 25 yıldır üzerinde çalışmaları neticesinde, kansere karşı bir aşı bulmayı başardılar. Cimavax adlı verilen aşı, kanserli tümörün ürettiği ve kanda serbest dolaşan "epidermal büyüme faktörü" adı verilen proteini hedef alıyor ve kanserli tümörün büyümesini engelliyor. Kübada aşı halka ücretsiz verilmeye başlandı. İlk olarak 2008’deki klinik denemelerin ikinci fazında olan ve aşı olan kanser hastalarının diğerlerine oranla 4 ila 6 ay uzun yaşadığı tespit edildi. Küba Sağlık Bakanlığı tarafından; Cimavax isimli aşıyı halka ücretsiz vermeye başladı. Klinik çalışmalarda Küba’daki aşı uygulanan bin kişiden sonra Avrupa’da da bin kişi bu aşı uygulama testine tabi tutuldu. Kübalı bilim adamları, en büyük mucizesini sağlık alanında yaptı. Puronun çok miktarda içilen bu ülkede akciğer kanserinin çok yaygın olması nedeniyle azimli tıpçılar, 25 yıl boyunca kansere karşı bir aşı üzerine çalıştı. Aşının, ömrü bir yıla kadar uzatabildiği, 60 yaş altındaki hastalarda ise iyi sonuç verdiği ortaya konuldu. Bu aşı doğrudan tümöre saldırmıyor. Tümörün ürettiği ve kanda dolaşan “epidermal büyüme faktörü” adlı proteini hedef alıyor. Bu protein hücrelere büyümesini ve bölünmesini söylüyor, kanseri yayıyor. Aşı işte bu proteinin kanser hücrelerine yapışmasını engelliyor. Cimavax önleyici bir aşı değil. Var olan tümörlerin büyümesini ve staz atmasını engelliyor. Geç aşama kanseri, kronik ama beraber yaşanabilen bir hastalığa dönüştürüyor. Obama’nın Küba açılımından sonra ABD’deki Roswell Park Kanser Enstitüsü aşıya ilgi gösterdi ve klinik deneyleri başlatmaya karar verdi. Şu anda Gıda ve İlaç Dairesi FDA’dan izin alma sürecindeler. Bu aşının klinik testlerden geçmesi, ABD’de kullanıma girmesi 5-10 yıllık bir süreç. Küba’nın üretim kapasitesi sınırlı. Kübalı bilim adamları aşının testlerini akciğer dışındaki diğer kanserlere uygulama şansları da olmadığını belirttiler. ABD ve diğer ülkelerin katılımı çok önemli. Uzmanlar, testler olumlu sonuç verirse, bir gün Cimavax’ın insanların çocukken yaptıracağı önleyici bir aşı haline gelebileceğini belirtiyor. Küba sağlık alanındaki esas devrimi, insanlığın en büyük düşmanı olan kansere karşı yapmış olacak.
ÇAĞIMIZIN VEBASI: DEPRESYON

ÇAĞIMIZIN VEBASI: DEPRESYON

En yaygın ruhsal hastalıklardan biri...Her üzüntülü anımızda dilimizde olan: "depresyon". Bu yüzden ne olduğunu açıklamaya geçmeden önce ne olmadığına bakmak daha anlamlı. Öncelikle günlük yaşamın getirdiği her sıkıntı, üzüntü ve olumsuz duygulanıma depresyon ismini vermek doğru değil. Depresyonu belirlerken 3D (Duygu, Düşünce, Davranış) ve fiziksel belirtiler oldukça önemli. 
Duygu Boyutu
              Üzüntü, hüzün, bunalım, huzursuzluk, mutsuzluk, öfke, stres, rutin etkinliklere karşı azalmış ilgi, çökkün duygudurum, boşluk, suçluluk, yalnızlık ve değersizlik hisleri.
Düşünce Boyutu
     Odaklanamama, kararsızlık, detayları hatırlamakta zorlanma, olumsuz düşüncelerin önüne geçememe, hayatın yaşamaya değer olmadığı düşünceleri, ölüm düşüncesi, intihar planları ve girişimleri.
Davranış Boyutu
     Enerji azlığı, halsizlik, bitkinlik, hareketlerde yavaşlama, aşırı ya da az uyku, iştah azlığı ya da aşırı iştahlı olmak, aşırı alkol tüketimi, madde kullanımı.
Fiziksel Boyutu
      Mide-barsak sorunları, sırt ağrıları, kas ve eklem ağrıları, baş ve boyun ağrıları, göğüs ağrıları ve cinsel problemler.

    Depresyonda olan bazı kişilerde mutsuzluğa ayrıca ağlamalar eşlik edebilirken, bazı kişiler ise ağlayamamaktan şikayet edebilirler. Elbette depresyon tanısı için bir kişide yukarıda bahsedilen belirtilerin hepsinin bir arada görülmesi gerekmez. Görülen belirtilerin ise hemen hemen her gün olacak şekilde iki hafta süredir devam ediyor olması ve kişinin yaşam kalitesini azaltacak şekilde günlük işlevselliğini bozuyor olması gerekir. Buna örnek verecek olursak; kişiler arası ilişkilerde bozulmalara, ekonomik ve mesleki kayıplara, sosyal olarak geri çekilmeye sebep olabilir.

Depresyonun Ortaya Çıkmasına Zemin Hazırlayan Durumlar ve Risk Faktörleri Nelerdir?
      Günlük yaşamda herkesin karşılaşması muhtemel olan birtakım durumlar depresyona zemin hazırlayabilir: evlilik problemleri, işsizlik, ayrılık, maddi sıkıntılar, yalnızlık, sosyal destek yetersizliği, erken çocukluk travmaları, alkol-madde bağımlılığı, sağlık problemleri ve bir yakının vefatı gibi. Ancak aynı durumu yaşayan herkesin aynı tepkiyi vereceğini söyleyemeyiz. Ayrıca burada bir parantez açmak gerekir ki, yas durumu ile depresyonu birbirine karıştırmamak gerekir. Yas, sevilen bir kişinin kaybının ardından yaşanan ruhsal duruma verilen isimdir ve yaşanması gereken doğal bir süreçtir. Yasta boşluk duyguları ve yitim başatken, depresyonda çökkün duygudurum ve hayattan zevk alamama baskın duygudur.

      Depresyon için bazı hastalıkların riski artırdığını da söylemek mümkün: kalp-damar hastalıkları, beyin hastalıkları, böbrek yetmezliği, tiroid bezi rahatsızlıkları gibi. Ayrıca bazı kişilik özellikleri de yatkınlığı artırmakta. Sıkıntılarını sürekli surette içine atan, mükemmeliyetçi ya da aşırı duygusal insanlarda depresyon riski artmakta. Diğer risk faktörlerine baktığımızda; düşük sosyoekonomik seviyede, işsiz, boşanmış ve hiç evlenmemiş kişilerde ve kadınlarda erkeklerden iki kat fazla risk söz konusu. Kadınlarda riskin fazla olmasında; menstrüal döngü, hamilelik, doğum sonrası dönem ve menopoza bağlı hormonal değişiklikler etkili olabilmekte. Sosyal statü, rol dağılımı, sorumlulukların fazlalığı, erkeklerin psikolojik yardım almaya kadınlar kadar açık olmaması (çünkü erkeklerde depresyon daha çok sinirlilik, öfke patlamaları, evden uzaklaşma şeklinde görülüyor.) bu riski artıran diğer faktörlerdendir. Yaş açısından baktığımızda ise depresyon, her yaş grubunda görülebilir. Ancak en sık 25-44 yaş aralığında görülmekte. Yaşlılarda (65+) ve ergenlerde tehlikeli boyutlara ulaşarak ümitsizlik duygularıyla, depresyonun son noktası olan ölüm düşünceleri ve intihara kadar giden bir sürece sebep olabilir. Çocuklarda ise depresyonun görünümü, diğer belirtilere ek olarak; okul sorunları, hastalık uydurma, okul reddi, ebeveynlerini kaybetme korkusu, aşırı sinirli olma, arkadaşlarından uzaklaşma, sessiz ve yalnız kalmak isteyerek odasına kapanma, ders çalışmak istememe şeklinde olabilir.

Depresyonun Türleri Nelerdir?
       Yeğin (Majör) Depresyon: Ölüm, boşanma, ayrılık, iş arkadaşlarıyla-partnerle çatışma, istismar ve bazı kişilerde emeklilik  gibi hayat olayları sonrasında yaşanan kayıp üzüntüsü bu tür bir depresyonun ortaya çıkmasına sebep olabilir.
       Süregiden Depresyon (Distimi): En az iki yıl süreyle, çoğu gün günün büyük bölümünde, kişinin söylediği ya da başkalarınca gözlendiği üzere çökkün duygudurum söz konusudur.
     Mevsimsel Depresyon: Yılın belli dönemlerinde (sonbahar ve kış mevsiminde başlar, ilkbahar ve yaz mevsiminde biter.) yaşanan hüzün ve karamsarlık içeren duygudurum değişimidir. 
      Doğum Sonrası Depresyon: Annede doğum sonrası ilk dört hafta içinde başlayan, kolay ağlama ve mizaçta dalgalanma ile seyreden kısa süren veya 1-2 yıla da uzayabilen, gebelik hüznünden daha ağır geçen bir duygudurum değişimidir.
      Aybaşı öncesi (Premenstrüel) Depresyon: Aybaşı döngülerinin büyük bir çoğunluğunda aybaşlarının başlamasından önceki son hafta belirgin duygusal değişkenlik (üzüntülü, ağlamaklı hissetme), kolay kızma ve öfkelenme, umutsuzluk, bunaltı, gerginlik şeklinde kendini gösteren ve birkaç gün içinde iyileşmeye başlayan belirtiler söz konusudur.

      Görülebileceği üzere herkes hayatının belli dönemlerinde depresyonu yaşayabilir. Önemli olan bunun tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu unutmadan destek almaktan çekinmemek.

Sağlıklı Yaşam İçin...
*Düzenli egzersiz ve spor,
*Doğal yiyecekler,
*Abur cuburdan kaçınmak,
*Destekleyici insan ilişkileri geliştirmek,
*Stres ve öfke yönetimini öğrenmek,
*Gevşeme tekniklerini öğrenmek,
*Olumsuz düşüncelere uzak, olumlu düşüncelere yakın bir tavır sergilemek gerekir.

6 Eylül 2016 Salı

B12 VİTAMİN EKSİKLİĞİ BELİRTİLERİ

B12 VİTAMİN EKSİKLİĞİ BELİRTİLERİ

 
B12 vitamini yaşamsal öneme sahip olan vitaminlerin başında gelmektedir, bu vitaminin eksikliğinin pek çok hastalıkta görülen bariz şikayetlere ise; "Depresyon, anksiyete, sinirlilik, halüsinasyon görme, uyku bozuklukları, unutkanlık, hafıza kaybı gibi şikayetleriniz varsa biran önce B12 düzeyinizi ölçtürün. B12 vitamini eksiliğinin kanıtlanması çok kolaydır. Tüm sağlık kurumlarında yapılabilen bu kan testinde B12'nin 200 pg/ml'den daha az olması tedavi gerektirir. Bağırsak sisteminde emilim bozukluğu olmayan ve hafif eksiklik durumlarında ağız yoluyla tablet ve şurup kullanılabilir. Günde 1 tablet ya da 1 ölçek şurup şeklinde vermek yeterlidir. Emilim bozukluğu olasılığı yüksek olan ve ileri derecede eksiklik olanlara enjeksiyon yoluyla doğrudan kas dokusu içine de verilebilir. Doz ve kullanma süresi hastanın klinik durumuna göre düzenlenmeli ve belirli periyotlarda B12 vitamin düzeyi kontrolü yapılarak durum izlenmelidir. B12 vitamini sağlığımızın regülatörüdür. Özensiz ve bilinçsiz diyet yapanlarda, tamamen vejeteryanlarda, hayvansal gıdaları az tüketenlerde, çeşitli mide ve bağırsak hastalığı, kanser kronik diyabet hastalıkları olanlarda, alkol kullanım bağımlılarında, yoğun stres altında olanlarda, 50 yaşın üstündekilerde B12 eksikliği görülmektedir.  B12'nin, vücudumuzda hem yapıcı hem de fonksiyon düzenleyici olarak rol oynayan B12 vitamini"vücut bilizmasında B12 vitamini olmayan bir kişinin yaşama olasılığı yoktur" cümlesiyle ifade edebiliriz. B12 vitamininin vücutta sentez edilemediğini, mutlaka dışarıdan alınmaktadır.  Besinlerle alınan B12 vitamini mideye gelir. Mideden salgılanan bazı enzimler, besinler içindeki B12'yi açığa çıkarır ve ince barsaklardan emilecek hale getirir. Emildikten sonra kana geçer ve kan ile tüm bedene yayılır, kullanılacağı yerlerde tutulur, fazlası da karaciğerde depo edilir. B12 vitamini eksikliğinde; Anemiye bağlı halsizlik, çabuk yorulma, dilin şişmesi, konuşma, tat alma bozuklukları, depresyon, anksiyete, sinirlilik, halüsinasyon görme, uyku bozuklukları, unutkanlık, hafıza kaybı, zeka düzeyinde azalmalar, görme bozuklukları, saçlarda, deri ve tırnaklarda çabuk yıpranma, gibi belirtiler görülmektedir


5 Eylül 2016 Pazartesi

YEMEK FOTOĞRAFLARINDAN KALORİ HESABI

YEMEK FOTOĞRAFLARINDAN KALORİ HESABI

Sağlıklı beslenme konusu günümüzde çok daha önemli bir hale geldi ve akıllı teknolojiler de bu sağlıklı beslenme konusunda hayatımızı etkileyecek şekilde gelişiyor. Bu yıl kurulan ve kapalı beta versiyonu ile hizmet vermeye başlayan AVA adlı yazılım, uygulama kullanıcılarına dengeli ve doğru beslenme alışkanlıkları edinme konusunda yardımcı oluyor. AVA ne yiyip içtiğinizi öğreniyor, uygulamaya yaptığınız girişlerle birlikte sistem nasıl beslenmeniz gerektiği konusuna ışık tutuyor. 2016 yılı içerisinde kurulan girişim, ilk tohum yatırımını yine geçtiğimiz yaz aylarında aldığını duyurdu. AVA isimli programa tohum yatırım yapan yatırım şirketleri arasında DCM Ventures, Khosla Ventures ve Eric Schmidt‘e ait firmada bulunuyor. Toplam miktarı 3 milyon doları bulan tohum yatırım almayı başaran girişim daha henüz herkese açık bir ürün sunmuyorken bile bu miktarda bir tohum yatırım alması oldukça önemli. AVA’nın bir diğer önemli özelliği ise, yediklerinizi fotoğraflarla ölçümleyebilmeniz. Hem yapay zeka hem de AVA bünyesinde çalışan diyetiysenler ve beslenme uzmanları, alışkanlıklarınızı öğrenerek size en iyi çözümleri sunmaya çalışıyor. Bu noktada ister kilo almak isteyin ister de kilo vermek, bunu sağlıklı bir biçimde yapmanız işin en önemli kısımlarından. Boston merkezli girişimin kurucu ortakları arasında bir Türk de yer alıyor. İhsan Ecemiş AVA’nın hem kurucu ortağı hem de aynı zamanda CTO pozisyonunda görev yapıyor. Bizim de bu program girişimini kaleme almaya karar verdiğimizde şans eseri öğrendiğimiz bu durum yanında, şirketin program yazılım ve programın yapay zeka ekibinde pek çok Türk mühendis de görev yapıyor. AVA şimdilik ürünü denemek isteyen kullanıcıları davet edilmek üzere bir bekleme listesine alıyor. Gelen yatırımla birlikte ürünü piyasaya sürmek için daha da güçlendiğini tahmin ettiğimiz AVA’nın tahminen süreli abonelik sistemiyle hizmet vermesi ve gelir modelini de bunun üzerine kurgulayacağını tahmin ediyoruz.